Talep Üzerine Öğrenmenin Olumsuz Etkileri

T

Herkes işitsel, görsel, kinestetik ve benzeri sözde “öğrenme stilleri türlerini” duymuştur. Bu konuda muhtemelen her şey söylenmiştir…

Peki ya öğrenmenin farklı veya iyi bir hali mümkün mü? Bu kez öğrenme eylemini sadece iki kategoriye ayıralım. Birincisine “ön öğrenme” diyelim ve buna okulda yaptığımız klasik öğrenmedir diyelim. Bu modelde gerçekten faydalı olacağından %100 emin olmadan gelecekte faydalı olabilecek bilgileri ediniriz. İkinci kategori ise “talep üzerine öğrenme” olsun; bunu da bilgiyi ne erken ne de geç değil, durum gerektirdiğinde edinme eylemidir şeklinde tanımlayalım. Bu iki öğrenme tekniğini göz önünde bulundurarak faydaları ve dezavantajları hakkında ne söyleyebiliriz? Hiç modern çevremizin öğrenme şeklimizi nasıl değiştirdiğini düşündünüz mü?

İyi bir yazılımcıya kod yazmakta nasıl iyi olabileceğinizi sorarsanız, cevap büyük olasılıkla “kodlamaya başla – tutkulu olduğun bir proje seç ve kodla, başarısız olmaya, denemeye ve hatalarından öğrenmeye devam et” şeklinde olacaktır. Bu muazzam bir tavsiye. Hatta bence en iyi yazılımcıların çoğu bu şekilde yaratılmıştır.

Ancak, düşünürseniz, kodlama yaparken takıldığınız zaman, her zaman Stack Overflow, Dokümantasyon, YouTube ve size yardımcı olacak yüzlerce çevrimiçi kaynak vardır. Yani asla yalnız öğrenmiyorsunuz. İşte bu şekilde kişi, yavaş yavaş, hata hata, ders ders, harika bir programcı oluyor. Bu, “talep üzerine öğrenmenin” iyi işlediğine dair mükemmel bir örnek. Hatta belki de en iyi örnek, çünkü bu ölçekte kendi kendine öğrenme, internetin mümkün kıldığı ve nispeten yeni bir strateji. Bilgiye anında erişim ve yazılımdaki düşük başarısızlık maliyeti, isteğe bağlı öğrenmeyi son derece uygulanabilir kılıyor; hatta sadece uygulanabilir değil, aynı zamanda oldukça başarılı diyebiliriz.

Talep üzerine öğrenmenin teknolojide “varsayılan öğrenme stratejisi” olarak hızla yükselişe geçmesinin birçok nedeni de mutlaka ki var. Neredeyse her gün öğrenilecek yeni teknolojiler, yeni çerçeveler, yeni programlama dilleri, yeni şartlar ortaya çıkıyor – hatta yerleşik teknolojiler bile sürekli bir metamorfoz içinde. Gerçekten de isteğe bağlı öğrenme çok mantıklı. Mesela ileride kullanacağımdan %100 emin değilsem en yeni JavaScript framework’ünü de öğrenmek için 20 saatimi daha harcamam. Kodlama eğitim kamplarının ve “bir ayda teknoloji alanında iş sahibi olun” benzeri bir başlığa sahip çevrimiçi kursların ortaya çıkış hızına bir bakın. Bazı önde gelen üniversiteler bile yavaş yavaş öğrenmeye daha uygulamalı bir yaklaşım getirmeye başladı.

Bahsetmek istediğim: sorun, biraz da talep üzerine öğrenmenin yazılım geliştirme dünyasındaki yadsınamaz başarısı kontrolsüz bir şekilde diğer alanlara yayıldığında başlıyor. İnsanlar durum ne olursa olsun bu tekniği en uygun öğrenme stratejisi olarak algılamaya başlamış durumda. Yani bir anda şirketler ve kurumlar da dahil herkes; bu tekniğin birçok dezavantajını ve “geleneksel” ön öğrenmenin o muazzam gücünü unutmuş gibi görünüyor.

Her iki tekniğin de farklı şekillerde faydalı olduğunu söylemeye zaten gerek yok. Ancak yeni bir durumla karşı karşıya kalırsanız hangi stratejiyi / nasıl kullanacağınızı biliyor musunuz? Bunlar aslında önemsiz sorular değil. Elbette, genel bir fikriniz ve hatta bir tercihiniz olabilir. Ancak her yaklaşımın temel sınırlamaları vardır. Bu nedenle gelin, bu sefer öğrenme stillerini değil de öğrenilecek şeyleri bir kategorizasyona tabi tutalım.

Öğrenilebilecek her şeyi bir genellik spektrumuna yerleştirirsek, spektrumun bir ucunda spesifik bir konu etrafındaki pek çok detaylı ve teknik bilgi bulunabiliyor – bunlar diğer alanlara çevrilemeyen bilgilerdir diyebiliriz . Diğer tarafta ise birden fazla durumda faydalı olabilecek genel bilgi ve beceriler var.


Bu ayrımı nasıl kavramsallaştırırsanız kavramsallaştırın – özele karşı genel, insan bilgisine karşı doğa bilgisi ya da kavramlara karşı araçlar gibi – çoğu insan belki bunun farkındadır. Ancak farkında olmak yeterli değil. İyi bir zihinsel çerçeve yalnızca anlamaya yardımcı olmakla kalmaz, aynı zamanda daha derin bağlantıları da görmenizi bulmanızı sağlar. Bu nedenle, daha pragmatik olan “kavramlar ve araçlar” kategorizasyonuna sadık kalalım ve bunun bizi nereye götüreceğini görelim.

Araçlar işlerin yapılmasını sağlayan ya da en azından işlerin yapılmasını kolaylaştıran şeylerdir. Araçlar olmadan üretken hiçbir şey yapamazsınız. Öte yandan kavramlar çok daha soyuttur. Çoğunlukla belirli bir görev için gerekli değildirler, ancak birçok farklı görevde yardımcı olurlar.

Yine kolay anlaşılması için bir örnek verelim. Kodlama Bootcamp’ından yeni mezun bir yazılım mühendisi düşünün. Başka hiçbir kodlama deneyimi ya da resmi eğitimi olmadığını varsayalım. Bu geliştirici yeterince kararlıysa, muhtemelen birkaç hafta içinde karmaşık ve tamamen işlevsel bir web uygulaması yapabilir. Bunun için herhangi bir bilgisayar bilimi teorisi bilmesine gerek yoktur, sadece araçları ve framework’leri bilmesi yeterlidir. Ancak, elbette, yalnızca React ve Node gibi araçlar(framework’ler) yerine algoritma karmaşıklığı ve veri yapıları gibi kavramlar hakkında bilgi sahibi olsaydı, yaptığı uygulama muhtemelen daha kaliteli, performanslı belki de daha hızlı ve güvenilir olurdu.

Bu konunun o kadar da tartışmalı olmayacağını tahmin ediyorum. Ancak, bunun sonuçları neler? İlk olarak, herhangi bir işi yapmak için kavramlar gerekli değilse; büyük olasılıkla yalnızca araçları öğrenir, kavramları öğrenmezsiniz. Bu nedenle teorik olarak, tüm kariyerinizi sadece işinizi tamamlamak için gerekli olan minimum şeyleri öğrenerek geçirebilirsiniz – öncelikle de araçları. Elbette, bu tutumu benimserseniz dahi, muhtemelen “iyi” olacaksınız; ancak kavramları öğrenmek için zaman ayırmış olsaydınız işinizin ne kadar daha iyi olabilirdiniz? Muhtemelen asla bilemeyeceksiniz.

Evet, özünde ön öğrenme için zaman ayırmanın uzun vadede gerçekten daha çok işe yarayabileceğini anlatmaya çalışıyorum.

Belki o an için zaman kaybı gibi görünebilir veya zor gelebilir. Ama inanın, bu bir verimlilik tuzağıdır. Şirketler ve bireyler kavramsal anlayışın önemini kabul ettiklerinde, daha önce bahsettiğim hatta dünya üzerindeki pek çok sorunun daha kolay ve etkili çözülebileceğine yürekten inanıyorum. Diğer yandan anlayışa değer veren şirketlerin yakın gelecekte olmasa bile orta vadede önemli bir avantaj elde edeceğini de tahmin ediyorum.

Ön öğrenmenin ücretli iş yükünün bir parçası olması gerektiğine de kesinlikle inanıyorum ve uzunca bir süredir Epigra’da bunu uygulamaya çalışıyoruz ve hatta Epigra sonrasında farklı şirketlerde çalışan eski Epigrian’ların pek çoğunun gittiği şirketlerde star olmasının en önemli sebeplerinden birisi olarak bunu görüyorum.

Ancak bütün bunlardan bundan bağımsız olarak, yolun başındaki özellikle genç arkadaşlara üniversite kesinlikle kavram öğreniminizin sonu değil, yaşam boyu sürecek bir yolculuğun sadece bir adımı olmalıdır diye de eklemek istiyorum.

“Live as if you were to die tomorrow. Learn as if you were to live forever.”
– Mahatma Gandhi

Yorum Ekle

Kategoriler