Enzo’ya Veda

E

Bir sepetin içinde, yanındaki peluş oyuncak ve battaniyenle katıldın aramıza. Ve uzun sürmedi benim kokum olduğu için eşofmanlarımı ev yapman.

Çekyatı ranza yaptık altlı üstlü aylarca.

Her kelimeye oturuşunu izledik “doğru yaptım di mi? Mama?” bakışınla.

Ve artık zamanı gelince sırt çantasında “dışarı” çıktık.  Çok dışarı çıktık, hatta bütün dışarılara çıkabilseydik keşke seninle…

Gün geldi kızdık havladık birbirimize, gün geldi kavga ettik. Ama hep yan yanaydık.. Ya da üst üste, göt göte…  Sonuçta “bu benim insanım” demek için üstüne oturmak gerek çünkü değil mi?

Sen bizim insanımız oldun, biz senin sürün. Öyle yaşayıp gittik…

Ama yine ve yine çok hızlı geçti zaman, çok zamansız geldik bugüne… Korka korka, gözümüzü kaçıra kaçıra, ayaklarımız geriye gide gide geldik….

Gün geldi ben ağladım bir gün bugünün gelmesinden korkup saatlerce başında… Gün geldi boynunda papyon, kafanda yılbaşı gözlüğü, balonlar…

Velhasıl aslında sen hep güldürdün bizi.

Saksıdaki çiçekleri, evdeki son bölüme gelen kitapları, yeni alınan eşyaları, 3d gözlükleri yedin diye kızarken de güldük de; gösteremedik söyleyemedik arada… İnsanız malum… 

Bu arada “Biz” derken öyle üç beş değil…

Onlar, yüzler bile değil. Belki binlerce insana Enzo oldun, mutluluk oldun; bana gurur, dost, arkadaş, öğretmen. Kimimiz korkusunu yendi, kimimiz kendine hayat arkadaşı edindi, kimi kendi dostuna örnek gösterdi seni… Düşmedin yani hiç dilimizden…. Muhtemelen düşmeyeceksin….

Her telefonda Enzuş nasıl diye sormalarımız, Yağmurda Yarış Sanatı izleyip, koşa koşa bizim bir arada olmamız lazım diye gelişim, arabadan inmemek için attığın tripler, havuz başında heyecanla deli deli dönüşlerin, bulduğun, paylaşmak istemediğin toplar, oyuncaklar. Misafir geldiğinde sevinip oyuncak götürmen ve oyuncakların nedense hep bi anda koltuğun altına kaçması….

Bitmeyecek kadar anı…

Her nano saniyesi güzel.

Bugün, belki de yıllardır yazmaktan korktuğum; ve hatta yazmamak için defalarca, susmamacasına ağladığım, fakat kendime ve sana sözüm olan bir bu yazıyı yazmak zorundayım….

Enzo’m, Enzoşum…

Hepimize koşulsuz sevgiyi öğrettiğin, hep mutlu olmanın, etmenin bir yolunu bulup bazı şeylerin ne kadar mümkün olduğunu, en uysal ve en güzel yollarla bize anlattığın için; muhteşem arkadaşlığın, dostluğun ve varlığın için sana teşekkürler.

Aslan yeleli ustam, bilim köpeğim, sessiz filozofum, emekli albayım, mutluluk mühendisim benim.

Sen hep en iyisi ve en güzeliydin.

Ve hep öyle kalacaksın.

Sensiz çok ama çok eksik kalsam da; yaşattıklarınla, hissettirdiklerinle, düşündürdüklerinle, öğrettiklerinle, mutluluklarınla; biz çoktan bir olduk.

Ve ben var olduğum sürece devam edeceğiz.

Küçük yalanmalar, vuflamalar, ıslanınca kıvırcık olan kulaklar, sofradan ses gelince kapıyı çalan patiler, usta bir burun hareketiyle elimizin altına güzel bir kafanın giremeyişi; bundan sonra yalnızca bizim eksikliğimiz olacak…

Sen mutlu uyu, bak bakalım orada da güzel toplar var mıymış….

Hem belki filmdeki gibi gelirsin bi yolunu bulup? Neden olmasın? 

Daha eğlenceli, mutlu şeyler varsa gelme ama boşver… 

Nasılsa bir gün hepimiz buluşuruz…

Haşmet’e,  Japon’a, Şirin’e, Miniş’e,

Doğan’a, İfo’ya, Gülser’e, İsmail ve İrfan dedeye, sayamadığım herkese selam söyle…

Birlikte en az buradaki kadar güzel olacağınıza eminim…

Işıklı toplar içinde uyu,

Küçük küçük koştuğun rüyalarda bizi gör

HERŞEY İÇİN TEŞEKKÜRLER 

Vuf!

Yorum Ekle

Kategoriler