Sosyal medyanın hayatımızın önemli bir parça olmasının ardından, televizyon, açıkhava ve internet reklamlarının haricinde doğrudan veya dolaylı yollardan dijital kanallarla gündelik hayatımıza giren reklamların sayısı arttıkça, bu reklamların sayı ve karşımıza çıkma yoğunluğuna bağlı olarak pek çoğumuzu zaman zaman rahatsız edebildiğini farkettim.
Konu bu olunca işin peşine biraz düştüğümde 2012’nin bahar aylarında bu tür rahatsız edici durumların nasıl kötü bir izlenim bıraktığına dair yapılan araştırmanın sonuçlarına rastladım.
Yayınlanan 2012 Digital Advertising Attitudes Raporundaki çalışmaya göre, Amerika ve İngiltere’de yapılan ve 18 yaşından büyük katılımcılarla hazırlanmış deneyde, bu hissi yaşayan kullanıcıların %20-%27 oranında kullandıkları servis veya ürünü kullanmaktan bile vazgeçebildikleri sonucuna ulaşılması da bir hayli ilgi çekici.
Digital Advertising Overload (Katılımcı yüzdeleri; Şubat 2012) | ||
Katılımcı Yüzdesi | ||
Yanıt | USA | UK |
Gönderi veya promosyonların fazla olması halinde abonelikten ayrılırım |
66% |
66% |
Markanın gelecek mesajlarına olumsuz yaklaşırım veya olumsuz yanıtlarım |
28 |
37 |
Markanın ürün ve servislerini kullanmaktan vazgeçerim |
20 |
27 |
Sosyal medya sitelerinde olumsuz geribildirimlerde bulunurum |
11 |
10 |
Source: Upstream/YouGov, February 2012 |
En az o kadar ilgi çeken bir diğer nokta ise katılımcıların %66 gibi ciddi bir oranının abonekliten ayrılmayı düşünmesine karşın; halihazırda bilgisayar, cep telefonu ve tabletlerinde karşılarına çıkan reklamlardan gerçek anlamda bir şikayeti bulunmadığını beyan edenlerin %69 olması.
Diğer bir deyişle, aslında insanlar haberdar olmak ve takip edebilmek için reklamları faydalı buluyor fakat; her şeye rağmen bazı durumlarda sürekli olarak fikirlerinin ve kararlarının -büyük ihtimalle anlamsız yere olduğuna inandıklarından- yönlendirilmeye çalışmasından de fazlasıyla şikayetçi.
İşin sosyal medya boyutunda ise karşımıza farklı olmayan bir tablo çıkıyor:
Amerika’da 18-64 yaş aralığındaki 514 kişinin katıldığı anketin sonuçlarına göre:
- Şirketlerin yeni müşterilere ulaşmak için sosyal medya kullanmasını anlayışla karşılayanlar %93 iken katılımcıların %91’i şirketlerin yeni ürün ve servislerini mevcut ve potansiyel müşterilerine duyurmak için sosyal medyanın kullanılabileceği konusunda hemfikir.
- Hatta öyle ki yarısından fazlası bir bir şirket ile ilgili kalabilmek veya bilgi almak için şirketin Facebook sayfası olması gerektiğini savunuyor.
Doğrusunu söylemek gerekirse, haklılar da. Öyle değil mi?
Fakat sorulan diğer sorulara verilen yanıtlar bir hayli şaşırtıcı… Aynı katılımcıların:
- %64’ü bir şirketin sosyal ağlardaki profillerinden kendilerini bulmasından nefret ediyor.
- %62’si şirketlerin kendilerini sosyal medya kullanımları üzerinden hedeflemesinden şikayetçi.
- %60’ı markaların kendileriyle iletişim kurabilmek için Facebook ve Twitter kullanmasını yine de rahatsız edici buluyor.
- %58’i ise insanların sosyalleşmesi için kurulan bir platformda markalar tarafından yapılan paylaşımları istilacı ve mantık dışı buluyor.
Her şeye rağmen, %55’lik kesim, sosyal medyanın markalara geri bildirim verebilmek adına en iyi araç olduğu konusunda hemfikir.
Peki mail bültenleri, promosyon tweetler, private shopping siteleri ile başlayan ve SMS’e kadar giden bu yayınlar sizi ne sıklıkla rahatsız ediyor?
Şüphesiz çoğu marka kendi alanında olabildiğince unutulmamak, akılda kalmak veya kampanyalarını duyurup bir şekilde satışlarını artırmak için bu yöntemlere haklı olarak başvurmaya devam etmek durumunda, fakat araştırmaların söylediğine göre aslında kullanıcıların %55’i ay içerisinde 1’den fazla mesaj almak istemiyor. En rahatsız olunan nokta ise tahmin edebileceğiniz üzere %64 ve %67’lük oranda mobil telefonlarda karşılaşılan reklamlar ve gönderilen SMS’ler. Reklamlara en ilgili kesim ise 18-24 yaş aralığındaki gençlerin %33 olarak göze çarpıyor… Sık ve yoğun iletişime alışkın bu kitlenin haftada bir veya daha fazla iletişime açık olması dikkat çekici.
Genel anlamda ilgiyi nelerin artırabileceği sorulduğunda ise alınan cevaplar:
- %26 reklamların kişisel zevk ve ilgi alanlarım doğrultusunda olduğu takdirde daha fazla ilgimi çekebilir
- %21 ilgili ürün veya servisin devamlı olarak yaptığım iş veya kullandığım şeyle ilgili olması gerekir
- %19 bulunduğum yerleşim yeri ile ilgili (lokasyon bazlı) fırsatları değerlendirebilirim
Araştırmalar mobil ve banner reklamcılık ile ilgili verilerle devam etse de tüm bu tabloyu değerlendirecek olursak, herkes bir şekilde karşısına çıkan reklamları kabul etmiş ve alışmış durumda. Ama buna rağmen bazı durumlarda insanlar reklamlardan veya markalardan da beklendiği üzere fazlasıyla rahatsız oluyorlar. Bu durum “Reklamın iyisi kötüsü olur mu?” sorusunu aklıma getiriyor olsa da konuyla ilgili çözüm o kadar da uzak değil gibi gözüküyor:
Markalar ve ajanslar gerçek anlamda etkili olmayı bir öncelik olarak benimsemekle birlikte, tüketiciyle sürekli olarak konuşmak yerine; daha yüksek kalitede, ilgili ve zamanlı mesajlarla; doğrudan etkileşim kurmalı. Aksi takdirde veriler, kullanıcı/tüketici tarafında beklenen etkinin tam tersinin olacağını gösteriyor.
Siz ne düşünüyorsunuz? Özellikle dijital ortamdaki reklamlarına gereğinden fazla maruz kaldığınızı düşündüğünüz markalara karşı tutumunuz nasıl oluyor?